Süper Katı Işık
Bilim bugünlerde “süper katı ışık” diye adlandırılan, ışığın maddeyle dans ettiği yeni bir evreyi keşfetti. İtalya merkezli bir araştırma grubu, “supersolid light” elde etti; ışık hem akıyor hem de kristal yapıda düzenlenebiliyor. Bu yarı madde hali, anlaşılabilir haliyle; ışığın ilerleyen zamanlarda belki de dokunulabilir bir varlık haline gelmesi demektir.
Bazı şeyler açıklanamaz, çünkü açıklamaya çalışmak; onları sınırlandırmak olur. Ve bazı hisler, yalnızca yaşanarak doğrulanır. Aşk da bunlardan biridir. Bilim bu duyguyu hormonlara, nörotransmitterlere, belli miktarlarda çikolata kadar dopamin salgılatan geçici bir fenomene ya da sadece çoğalma dürtümüze indirgerken; kimi filozoflar aşkın bir yanılsama, bir zihin oyunu olduğunu söyler. Fakat ne bilim ne de felsefe, bu hissin ruhun köküne nasıl sızdığını tam anlamıyla tarif edebilir. Belki de bu yüzden, aşkı anlamak için bazen evrenin en uç olgularına bakmak gerekir. Örneğin süper katı ışık. Bir şeyin hem ışık hem madde olabileceğini bilmek, aşkı da aynı şekilde kavrayabilmenin anahtarı olabilir. Çünkü adına aşk denilen duygu, aslında böyledir; hem dokunulmaz gibi görünürken yolunu aydınlatır, hem de varlığını ortaya koyarak kalbine dokunur. Aşkın içini dolduran da budur; hayal olmadığını bildiğin bir parıltının, tüm ruhsal donukluğuna nüfuz edebilmesi. Dokunulabilir, duyulabilir, gerçekliğiyle seni tüm inkarcılığından utandırabilecek kadar net şekilde var olabilmelidir.
Aşk, beynimizin karmaşık bir kimyasal senfonisi olarak başlar. Dopamin, oksitosin, serotonin, adrenalin gibi nörotransmitterlerin ve hormonların karmaşık etkileşimi, bizi belirli birine çeker ve ona bağlı hissetmemizi sağlar. Dopamin, ödül ve haz merkezlerini uyararak, aşık olduğumuzda yoğun bir mutluluk ve heyecan hissi yaratır. Oksitosin ise “bağlanma hormonu” olarak, güven ve yakınlık duygusunu pekiştirir. Bu kimyasallar, tıpkı beynin kendi doğal uyuşturucuları gibi işlev görür, bizi bağımlı kılar ve o kişiye karşı güçlü bir bağlılık oluşturur. Bu zamana kadar pek çok kişi, aşktan bahsederken yüksek miktarda çikolata yemek üzerinden örneklendirme yapmıştır. Bu metaforun ortaya çıkışı, çikolatanın feniletilamin ve serotonin üretimini artıran bileşenler içermesinden gelir. Feniletilamin, “aşk molekülü” olarak da bilinir çünkü beyinde aşık olduğumuzda yükselen kimyasallardan biridir. Ayrıca çikolata, anandamid adlı nörotransmitteri de tetikleyerek geçici bir mutluluk hissi sağlar. Tabii bu basit metaforların yanı sıra, biyolojik evrim ve türün devamı bağlamında bilim insanları tarafından farklı açılardan incelenmiştir. Charles Darwin, aşkı ve bağlanmayı, türün genetik materyalini sonraki nesillere aktarmak için evrimleşmiş temel bir mekanizma olarak görmüştür. David Buss ise bu duyguyu, eş seçimi ve üreme stratejileri bağlamında ele alarak adaptif bir işlevi olduğunu anlatacak şekilde savunur. Helen Fisher ise aşkı üç aşamalı bir süreç olarak ele alır; cinsel arzu, duygusal çekim ve bağlanmanın, türün devamı için geliştirilmiş evrimsel stratejiler olduğunu öne sürer. Böylece, bu bilimsel verilere göre ele aldığımızda aşk; sadece bireysel bir duygu deneyimi değil, insan soyunun sürdürülebilirliği için evrimsel bir zorunluluk olarak tanımlanır. Tabii bu tanımlar, her zaman tüm taşların yerine oturabilmesi için yeterli olmaz.
Her ne kadar aşkı her alanda bir rasyonaliteye oturtmaya çalışsak da, evrimin mekanizmaları, nörotransmitterlerin kimyası, genetik kodun cilvesi ne derse desin, aşk insanı rasyonel olmaktan çıkarır. İnsan bir kere bu girdaba kapıldığında, içinde fısıldayan bilinmez çekime karşı koyamaz; çünkü artık aklın sınırları dar gelmeye, ruh da ufuklara sığamamaya başlamıştır. İçinin gittiği yere gitmek ister, var olmamış renklerle görmeye başlar dünyayı, henüz tanımlanmamış, isimlendirilmemiş, yalnızca hissedilen o tonlarla bakmaya başlar etrafına. Bir sesin yeşiliyle içinde ormanlar filizlenir; dünyanın en karanlık köşesinde bile, varoluşun boşluğunda bir umut yeşertme isteği doğar içinde. Hatta baktığı her şeyden bir işaret umar hale gelir, ruhunun zaten bildiğine eşlik edecek bir mesaj. Evrenden bir "işaret" bekler duruma gelebilir insan bu noktada, gökyüzündeki rastgele bir şekil, rüyada yankılanan bir söz, ya da öylesine açılan bir kitabın 15. sayfasındaki cümle. Ama beklediğimiz işaret aslında dışarıda aradığımız değil, kendi içimizden bize dokunacak olandır . Belki de "evrenin işareti"; bir insanda gördüğümüz, başka herkesin kusur sandığı şeylerde, bizim bütün hayatı sürdürebileceğimiz bir anlam bulabilmemizdir. O kişiye ait, eksik gibi görünen bir jest, bir duruş, bir çelişki, insanın içinde umut doğması için beklediği o ilk parıltı olabilir. Bu umut, evrenin bize değil, bizim evrene verdiğimiz yanıttır. Bu durumda da, ne fazla miktarda yenen çikolata, ne evrimsel çoğalma dürtüsü, ne de belli sınırlarla yazılmış metaforlar içimize siner. Ruhumuz, tatmin olmadığı açıklamalardan daha fazlasını talep etmeye başlar.
İşte bu noktada, eğer aşka illa ki bir tanım ve dayanakla benzerlik getirerek açıklama bulacaksak; birinin kendinde gördüğü kusur ve taşıdığı yaşanmışlık izlerinin, onda oluşturduğunu hissettiği çatlaklardan hayatımıza süzülen "süper katı ışık" diyebiliriz. Eğer aşka dair bir işaret aranıyorsa illa, kimin ışığının ruhumuza değdine bakmak, duygu pusulamızın en net ve şaşmaz yörüngesi olacaktır. Bu yörünge her zaman iyi bir yola mı sokar insanı bilinmez ama, ışığa dokunmanın da tek yolu; o yörüngeyi takip etmektir.
Not:
Supersolid light keşfi, basit bir anlatımla; bizim gördüğümüz saf ışıktan bahsetmez ve şuanki haliyle dokunulabilir sonuç elde edilen bir olgu değildir. Belirli koşullarda katı gibi davranan bir kuantum faz desenidir. Yazıda kullanılan "süper katı ışık" kavramı tamamen metaforik bir anlatım üzerine kullanıldı.
Kaynaklar:
https://www.sciencealert.com/world-first-physicists-create-a-supersolid-out-of-light
https://www.nature.com/articles/s41586-025-08616-9
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15928068/
https://journals.lww.com/neuroreport/fulltext/2000/11270/the_neural_basis_of_romantic_love.46.aspx
https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15177709/
https://darwin-online.org.uk/content/frameset?itemID=F937.1&pageseq=1&viewtype=text