Evreka Yanılgısı
İnsan, daima gerçeği aradığını söyler. Ama aslında, zihinsel huzuru arar. İnsan zihni belirsizliğe dayanamaz. Bu, yalnızca bir duygusal zayıflık değil; evrimsel bir getiridir.
Bilişsel psikolojide, özellikle tamamlanmamışlık hali (Zeigarnik etkisi) ve bilişsel tutarlılık teorileri gösterir ki, zihin boşluklara katlanamaz, bu insanın bilincinde huzursukluk yaratır. Ve zihinsel huzur, çoğu zaman bir cevapla gelir fakat bu cevabın doğruluğu her zaman en önemli faktör değildir. İnsan, duyduğu şeyin doğru olup olmadığını değil, ne kadar rahatlatıcı olduğunu ölçer. İşte o andan itibaren, hakikat arayışı yerini ikna arzusuna bırakır.Beyin, tamamlanmamış yapıları fark eder ve tamamlamaya çalışır (Gestalt kuramı). Evraka yanılgısı, bu tamamlayıcı dürtünün, yetersiz bilgiyle doyuma ulaşmasıdır. Duygusal rahatlama geldiğinde, zihinsel sorgu kesilir. Bu da öğrenmenin sonu ve dogmanın başlangıcı olur.
Bu, evreka yanılgısının başlangıcıdır. "Buldum" diyen insanın, aslında bulduğu şey çoğu zaman hakikat değil, düşünsel hezeyanlarını durduracak ilk içine sinen açıklamadır. Yani bir tür bilişsel sedatif. Psikolojide bu durumu açıklayan pek çok kavram vardır: Doğrulama yanlılığı (confirmation bias), bireyin yalnızca kendi inançlarını destekleyen bilgiyi aramasını ve karşıt bilgileri görmezden gelmesini anlatır. Bilişsel disonans, çelişkili düşünceler arasında sıkışan zihnin, çelişkiyi çözmek adına gerçekliği çarpıtmasını açıklar. Heuristik akıl yürütme, zihnin kanıt yerine sezgiye ve basit kalıplara yaslanarak hızlı kararlar vermesini tanımlar.
İnsan, hakikate ulaşmak için değil; kendini ikna etmek için düşünür. Ve kendini ikna ettiği anda, dış dünyanın karmaşık gerçeğine sırt çevirip, kendi içinde bir gerçekliğe teslim olur. Bu gerçeklikte, bir şeyin "doğru" olup olmaması artık anlamını yitirir. Kanıt yoksa, niyet vardır. Mantık eksikse, duygu hakimdir. Ve insan, duyguya teslim olduğu anda, manipülasyonun uzattığı eli tutmak, tutunacak en cazip dal gibi görünür.
Manipülasyon, her zaman dışarıdan gelmez. Zihnin kendi içindeki suskunlukları, boşlukları ve korkuları kendi kendini manipüle eden bir mekanizma yaratır. Dış sesin yönlendirmesi, içeride zaten şekillenmiş bir arzuya dokunduğunda, “ikna çabası” bir anda “hakikat” kılığına bürünür. Burada şu soru ortaya çıkar: İnsan, ne zaman gerçekten inanır? Ne zaman sadece inanmak istediği şeye tutunur? Neye inanmak ister? Bu sorular, bilinç mekanizmasını çözmeye başladıkça, şu cevaba yol açar: İnsan, bir şeyi kanıta dayandıramadığı anda, duygusal yatırımı ne kadar fazlaysa, o kadar güçlü inanır. Ve bu inanç, onun için dışsal gerçeklikten daha ikna edici olur. Yani kişi, inandığı şeye artık doğru olduğu için değil, onunla yaşamak istediği için inanır. Bu noktada gerçeklik artık nesnel bir olgu değil, öznel bir kaçış planına dönüşür. Fakat bu kaçış planı, eğer ki dışarıdan da manipüle edilebilecek kadar aleni bir haldeyse; o kaçışı planlayan artık kişinin kendisi olmaktan çıkmaya zemin hazırlar.
Bir manipülatör, karşısındakinin neye inanmak istediğini fark ettiği anda, artık onun düşüncesini ikna yoluyla değiştirmeye gerek duymaz. Sadece, onun “bulmuş olmayı” arzuladığı gerçeği, hissedilmesi gereken duyguyu, duyulmak istenen kelimeyi, özlenen açıklamayı önüne koyar. İşte burada, manipülasyon içsellikten çıkar ve el değiştirir; gerçeği dayatmak yerine, onun bulunmuş gibi görünmesini sağlamayı bilen bir ele geçer. Böylece, kişi, karşısına çıkarılan "gerçeklere" kendini ikna eder. Ve kendi bulduğuna inanan birini, hiçbir güç aksine ikna edemez.
Yani kanıtı olmayan gerçekler, nesnel kriterlerle değil; içsel açlığın doyurulmasıyla ölçülür. Ve o açlık sona erdiğinde, yalanlar “aydınlanma” gibi hissettirebilir.
İnsan, hakikati aradığını iddia ederken, aslında kendi yazdığı senaryonun oyuncusu olmaya razıdır. Çünkü bilinmezlikle yüzleşmek, zihinsel çıplaklıktır. Ve çıplak zihin, korunaksız kalır. O yüzden kişi, bir yanılgıyı tercih etmeye meyilli olabilir; çünkü yanılgı, en azından anlamlı bir yapı sunar. Pek çok senaryoda, bir kurban neden kurban olduğunu bilmezken, fail neden fail olduğunu anlatmakla meşguldür. İnsan burada bir neden arar. Ama sistem, neden üretmez; sadece geçerlilik yaratır. Bu da evreka yanılgısının sistematik halidir, anlam arayışının sahte cevaplarla tatmin edilmesi. İnsan bir noktada, artık şunu sormaz; “Gerçek bu mu?” Onun yerini şu soru alır; “Bu açıklama bana yetiyor mu?” Gerçek, insanın dışarıda aradığı bir şey değil, çoğu zaman içeriden inşa ettiği bir kurgudur. Bu kurgu, ne kadar çok duygusal dayanakla beslenirse, o kadar sarsılmaz görünür. Bu da aynı derecede sarsılmaz bir yanılgıyı peşinde getirebilir.
Bu yüzden, insan ne zaman bu yanılgıya düşse, kendini gerçeğe yakalştıracak asıl soruyu sormalıdır; “Gerçekten buldum mu, yoksa artık aramaktan mı vazgeçtim?”
Kaynaklar:
https://people.math.harvard.edu/~knill/teaching/math22a2018/lit/EurecaEffect.pdf
https://www.simplypsychology.org/what-is-a-heuristic.html
https://link.springer.com/article/10.3758/s13421-020-01033-5