Radikal Feminizm

 Feminist mücadele, bir zamanlar yalnızca bir kavga değildi; varlığın, kamusal alanla ilk kez temas edişiydi. Kadının sesi, yüzyıllarca dinlenmemişti çünkü sesin kıymeti, onu kimlerin duyduğuyla ölçülüyordu. İlk feminist metinler yazılırken, kadın yalnızca hak istemiyordu, var olmak istiyordu. Yazmak, sokağa çıkmak, oy vermek birer eylem değil, varlık beyanıydı.

 Ama her beyan, zamanla bir yorgunluğa dönüşür. Her ideoloji, tanındıkça maskelenir. Feminizm de bu kaderden muaf olmadı. Bir noktadan sonra, kadın olmakla kadınlığa atanmış anlamlar arasında çatlaklar oluştu. Kadının ezilmişliğinden doğan güç, giderek toplumsal sermayeye, sonra da pazarlama stratejisine dönüştü. Bugün feminizm, hem bir siyasi itiraz, hem bir tişört sloganı. Hem bir bilinç, hem bir estetik. Hem bir direniş, hem bir makyajlama kampanyası. Şu çelişkiye dikkat etmek gerek; kadın, özgürleşmek için sistemle savaştı. Şimdi sistem, “özgür kadın” imajını satarak ona savaşmayı unutturuyor. Peki özgürlük nedir? Eğer bir kadın, giydiğini seçebildiği için özgürse, neden bu seçimi yaparken hala “nasıl görünürüm” kaygısıyla boğuluyor? Eğer kendi bedenini sergilemek onun hakkıysa (ki hakkıdır) neden bu sergileyiş, çoğu zaman erkek arzusu için optimize edilmiş kalıplarda vücut buluyor?

 Feminist mücadele, “hak” talebiyle başlamıştı. Ama hak, yalnızca fiziksel değil; ontolojik bir taleptir. Bir varlık olarak, kendi anlamını kurma hakkı. İşte burada kırılıyor mesele. Çünkü kadınlar bugün, kendi anlamlarını mı kuruyor; yoksa başka anlamların vitrininde mi rol oynuyorlar? “Kesişimsellik” denilen terim, bir kavrayış olarak başlangıçta değerli olsa da günümüzde her ideolojinin içine boca edilerek, mücadelelerin içini boşaltan bir harmana dönüştü. Feminizm, kadınların özgürlüğü için yola çıktı ama sonunda herkesin her şeyine dönüşünce, kadın özgürlüğü yeniden görünmez kılındı. Toplumsal çelişkilerin üzerine serpilen bu dilsel toz, gerçek yaraları gizlemeye başladı.

 2025 yılında hala, şiddet görmediği için şükreden kadınlar varken, “kadın cinayetleri politiktir” sözü bir slogan değil, buz gibi bir ülke gerçeğiyken, bu coğrafyada hala adını korkuyla fısıldayan, kendi suskunluğunu ahlak zanneden kadınlar varken; mücadelenin öznesini tartışmak, yanan bir evi,elinde su hortumu tutarken “kimin yaktığı” üzerine konuşmaktır. İlk yapılması gereken yangını söndürmektir. Kadının kendi hikayesine sahip çıkma hakkı, kimsenin onayına muhtaç değildir. Feminist mücadelenin yükü, hala çoğu zaman yanlış bir beklentinin omzunda taşınıyor; erkekleri ikna etmek. Oysa bu mücadele, ne bir lütuf istemek ne de bir onay beklentisiyle başlamıştı. Feminizmin derin özü, erkekleri değiştirmekten önce, kadınlara kendi seslerini yeniden kazandırmaktı. Kadınlara yazılan metinler, erkekleri dışlamak için değil, ilk kez kadınlara doğrudan ses vermek içindi. Çünkü tarih boyunca bütün fikirler erkek aklına, erkek kelimelerine göre şekillendi. Ve bu fikir çarpıklığının ortasında, kadın önce kendini tanımalıydı. Onu ezen dilin dışına çıkmalı, kendi kelimelerini bulmalıydı. Bir mücadelenin yönü, önce kime seslendiğine göre belirlenir. Ve feminizm, kadınlara seslenerek kendi yönünü tayin etti. Bugün hala bu seslenişin gerekli oluşu, mücadelenin tamamlanmadığını gösteriyor. Çünkü anlatmak başka, anlaşılmak başka bir şeydir. Ve bir fikir, yanlış ellerde araçsallaştıkça, içi boşaltılır. Feminizm de bugünün popüler dilinde yalnızca süslü bir etiket haline geldiyse, bu, ideolojinin değil, onu kolaylaştırarak pazarlayan sistemin stratejisidir. Bir mücadele, içi boşaltıldığında herkes tarafından sevilir; ama artık kimseye bir şey kazandırmaz. İşte tam da bu yüzden, feminizmin görevi ikna değil; hatırlatmaktır. Ve bu hatırlatmanın öncelikli muhatabı, hala kadınlardır. Çünkü en derin kölelik, kendini özgür sanırken başlar.

 Ve evet, mesele “OnlyFans” gibi platformlarda görünür hale gelen kadın bedeni meselesine geldiğinde, burada düşünsel bir kırılma yaşanıyor. Kadın, özgür iradesiyle kendi bedenini sergiliyor olabilir. Bu eylemin yasaklanmasını değil, sorgulanmasını istemek gerek. Çünkü bu tür tercihler, bireysel özgürlük maskesi altında sunulsa da, çoğu zaman sistemin öğrettiği arzunun, kadının zihnine nasıl sızdığını göz ardı ediyor. Kadın, arzunun nesnesi olmaktan öznesi olmaya geçti mi, yoksa sadece konumunu mı değiştirdi? Bunu sormak, kadının özgürlüğünü yargılamak değil; sistemin kadına “özgürlük” olarak ne sattığını görmektir. Ne zaman ki bu sorular dile gelir, “radikal feminist” damgası vurulur. Çünkü her sistem, kendi gösterisini bozanı susturur. Feminizmin içinde, gerçek mücadeleyi hatırlatan her ses, “aşırı”, “katı”, “eski kafalı” diye kenara atılır. Oysa radikal olmak, bazen de köklere inmektir. Ve köklere inmeden bir ağacın yönünü değiştiremezsin.

 Bu çağın ironisi şudur; kadının özgürlük mücadelesi, sonunda kadına “özgürlük” adı altında yeni zincirler sunan bir sahneye dönüştü. Kadın artık görünür. Ama görünürlük ile görülmek aynı şey değildir. Gerçek feminizm, alkışlanmak için değil; unutturulmaya çalışılanları yeniden göstermek için vardır.


Watchlist:

https://www.youtube.com/watch?v=VLpUSvV5V18

https://www.youtube.com/watch?v=Vx0dDdU5FGk

https://www.youtube.com/watch?v=xfItt3-_Zig

https://www.youtube.com/watch?v=q64ef2t0fxw





Popular posts from this blog

Evreka Yanılgısı

Adaletin Olmadığı Yerde Tanrı Susar

İnancın Anatomisi