Posts

Evreka Yanılgısı

  İnsan, daima gerçeği aradığını söyler. Ama aslında, zihinsel huzuru arar. İnsan zihni belirsizliğe dayanamaz. Bu, yalnızca bir duygusal zayıflık değil; evrimsel bir getiridir.   Bilişsel psikolojide, özellikle tamamlanmamışlık hali (Zeigarnik etkisi) ve bilişsel tutarlılık teorileri gösterir ki, zihin boşluklara katlanamaz, bu insanın bilincinde huzursukluk yaratır. Ve zihinsel huzur, çoğu zaman bir cevapla gelir fakat bu cevabın doğruluğu her zaman en önemli faktör değildir. İnsan, duyduğu şeyin doğru olup olmadığını değil, ne kadar rahatlatıcı olduğunu ölçer. İşte o andan itibaren, hakikat arayışı yerini ikna arzusuna bırakır.Beyin, tamamlanmamış yapıları fark eder ve tamamlamaya çalışır (Gestalt kuramı). Evraka yanılgısı, bu tamamlayıcı dürtünün, yetersiz bilgiyle doyuma ulaşmasıdır. Duygusal rahatlama geldiğinde, zihinsel sorgu kesilir. Bu da öğrenmenin sonu ve dogmanın başlangıcı olur.  Bu, evreka yanılgısının başlangıcıdır. "Buldum" diyen insanın, aslında bul...

Süper Katı Işık

  Bilim bugünlerde “süper katı ışık” diye adlandırılan, ışığın maddeyle dans ettiği yeni bir evreyi keşfetti. İtalya merkezli bir araştırma grubu, “supersolid light” elde etti; ışık hem akıyor hem de kristal yapıda düzenlenebiliyor. Bu yarı madde hali, anlaşılabilir haliyle; ışığın ilerleyen zamanlarda belki de dokunulabilir bir varlık haline gelmesi demektir.  Bazı şeyler açıklanamaz, çünkü açıklamaya çalışmak; onları sınırlandırmak olur. Ve bazı hisler, yalnızca yaşanarak doğrulanır. Aşk da bunlardan biridir. Bilim bu duyguyu hormonlara, nörotransmitterlere, belli miktarlarda çikolata kadar dopamin salgılatan geçici bir fenomene ya da sadece çoğalma dürtümüze indirgerken; kimi filozoflar aşkın bir yanılsama, bir zihin oyunu olduğunu söyler. Fakat ne bilim ne de felsefe, bu hissin ruhun köküne nasıl sızdığını tam anlamıyla tarif edebilir. Belki de bu yüzden, aşkı anlamak için bazen evrenin en uç olgularına bakmak gerekir. Örneğin süper katı ışık. Bir şeyin hem ışık hem madde ...

Yeşil Peri Etkisi

 Absinthe içenler, aslında bir “yeşil peri” görmez. Ama ilk yaygınlaştığı döndemde azımsanamayacak kadar çok insan, onunla konuştuğunu iddia eder. Yıllardır süregelen, bir çok esere konu olan ve namını da aynı isimle yürütmesini sağlayan "yeşil peri" efsanesi; zamanın sanatçılarının, eserlerinde ardı rdına konu alması ve defalarca birbirinden esinlenerek resmetmesiyle ortaya çıkan bir sanrıdır. Albert Maignan’ın  “The Green Muse” tablosundaki gibi sayısız yeşil peri figürü, bilinçli bir zihinsel yanılsamanın resmidir. O tabloya bakan bir ressam, içtiği absinthe’in baş döndürücü etkisini zihninde o kadar detaylı bir periye dönüştürür ki, yıllar sonra bile başka biri içtiğinde gördüğüne değil, ona önceden çizilen hayale inanır. Ve o noktada, içkinin etkisi değil; zihnin bir dönemin sanatçılarının tasvirleriyle yönlendirilmiş gerçekçi sanrılar ortaya çıkar. Hatta öyle ki, sonrasında çok defa absinthe içse de "yeşil periyle" hiç tanışmamış insanlar bile, kendisi görmese...

Adaletin Olmadığı Yerde Tanrı Susar

 Bazı insanlar doğar doğmaz cehennemi solur. Henüz ilk kelimesi ağzından dökülmemişken, ölümün kokusunu içine çeker. Temiz bir suya ulaşamadan ölen çocuklarla, hayatı boyunca kristal bardakta içtiği suyun markasını beğenmeyen çocukların aynı dünyada var olması, hayatın adil olmadığı gerçeğinin basit bir yansımasıdır. Fakat garip olan, adaletsizlikten ziyade, bu adaletsizliğe anlam arayan insanın pes etmemiş oluşudur. Belki de en büyük ironi şudur; her defasında, olmayan bir adaleti kanıtlamak için ruhunu paralayan insan.  Burada karşımıza bir dualite kavramı çıkar; iyilik ve kötülük, karanlık ve aydınlık, hak eden ve hak etmeyen. İnsan aklı bu dengeye sarılmak ister çünkü kaos dayanılmazdır. Fakat gerçek, dengeyi umursamaz. Evren, iyiliğe de kayıtsız kalabilir, kötülüğe de. Bir annenin kucağında son nefesini veren aç bir bebekle, lüks yaşantısında hayatı boyunca tek bir acıya dokunmadan ölen zengin bir bedenin denkliği yoktur. Çünkü hiçbir sistematik kural, hiçbir ilahi yazgı,...

Radikal Feminizm

 Feminist mücadele, bir zamanlar yalnızca bir kavga değildi; varlığın, kamusal alanla ilk kez temas edişiydi. Kadının sesi, yüzyıllarca dinlenmemişti çünkü sesin kıymeti, onu kimlerin duyduğuyla ölçülüyordu. İlk feminist metinler yazılırken, kadın yalnızca hak istemiyordu, var olmak istiyordu. Yazmak, sokağa çıkmak, oy vermek birer eylem değil, varlık beyanıydı.  Ama her beyan, zamanla bir yorgunluğa dönüşür. Her ideoloji, tanındıkça maskelenir. Feminizm de bu kaderden muaf olmadı. Bir noktadan sonra, kadın olmakla kadınlığa atanmış anlamlar arasında çatlaklar oluştu. Kadının ezilmişliğinden doğan güç, giderek toplumsal sermayeye, sonra da pazarlama stratejisine dönüştü. Bugün feminizm, hem bir siyasi itiraz, hem bir tişört sloganı. Hem bir bilinç, hem bir estetik. Hem bir direniş, hem bir makyajlama kampanyası. Şu çelişkiye dikkat etmek gerek; kadın, özgürleşmek için sistemle savaştı. Şimdi sistem, “özgür kadın” imajını satarak ona savaşmayı unutturuyor. Peki özgürlük nedir? ...

Kader Gayrete Aşık Değil

  Kader denen kavram, yorgun ruhların sığındığı bir ilüzyondan ibaret olabilir. Çünkü insan, çaresiz kaldığında anlam icat eder; başaramadığında kaderi suçlar, başardığında ise kendi gayretini över. Ama gerçek şu ki, bu iki ucun ortasında varoluşun sert yüzü vardır: teslimiyetle çırpınışın iç içe geçtiği o gri alan.  İnsan, kendi acziyetinin üzerine şiir yazmakta ustadır. “Kader” adını verdiği kavram, çoğu zaman başarısızlıklarını süslediği en güzel yalandır. Çünkü insan ne zaman durur, ne zaman bocalar, ne zaman yolun sonunu göremez hale gelirse, orada bir “yazgı”nın varlığına sarılır. Bu, bilinmeze duyulan hayranlıktan değil, bilinmeyeni taşımaya duyulan korkudan doğar. İnsan, sorumluluğu doğaüstüne havale ederek vicdanını aklamaya çalışır. Kader böyle doğar; bilinçten kaçışın kutsal ilan edilmesidir. İnsan, kendi yazgısını okuduğunu sanırken, çoğu zaman başkasının kalemini kutsar. “Kader” der, çünkü sorumluluğun ağırlığı altında ezilmek yerine, görünmeyen bir elin çizdiği y...